31 Ağustos 2010



Anne-baba ve çocuk iletişimi

Ailelerle yaptığımız psikoterapi seanslarında çocuklarıyla ilgili dile getirdikleri ve bizim oldukça sık duyduğumuz bir şey vardır: “Benim çocuğum hiç söz dinlemiyor.” Çocuklarımız 18-24 aylık olana kadar onlarla kurmaya çalıştığımız iletişim genellikle sözel değildir. Daha doğrusu biz onlarla sürekli konuşuruz –ve kesinlikle bu yanlış değildir- ancak çocuklarımızın bizi anlamalarını pek beklemeyiz. Ancak çocuklarımız büyüdükçe, bizi daha iyi anlamaya ve kendi isteklerini sözel olarak ifade edebilmeye başladıkça bizim onlardan beklediğimiz şeyler de değişir. Artık konuştuğumuzda bizi anlamalarını ve duruma uygun olan şeyi yapmalarını bekleriz. İşte bu noktadan sonra birçok aile için yukarıda belirtmiş olduğum şikayet kendini göstermeye başlar:
“Benim çocuğum hiç söz dinlemiyor.”

Burada sözel iletişimle ilgili neler yapmamız gerektiğini tartışmadan önce “iletişim” kavramının neyi ifade ettiğini belirtmemiz gerekiyor. İletişim, birbirinden farklı pek çok alanda kullanılan ve onlarca farklı tanıma sahip olan bir kavram. Ancak iletişim için kısaca, “insanlar arasında anlamları ortak kılma eğilimidir.” Şeklinde bir tanımlama yapabiliriz. İletişimden bahsettiğimizde dört ana unsur karşımıza çıkıyor. Bunlar, kaynak, hedef, mesaj ve iletişim ortamı. Kaynak, mesajı vermeyi amaçlayan kişidir. Hedef, mesajı alması beklenen kişidir. Mesaj, anlatmak istediğimiz şey ve iletişim ortamı ise mesajı verirken bulunduğumuz ortam ve kullandığımız araçlar.

Çocuklarımızla sözel iletişim kurmaya çalışırken yaşadığımız sorunlara baktığımızda genellikle yukarıda bahsettiğimiz dört unsurdan bazılarında sıkıntı olduğunu gözlemliyoruz. Zaman zaman çocuğumuz verilen mesajı alabilecek durumda olmayabiliyor. Ya da vermeye çalıştığımız mesaj çocuklarımız için çok uzun ya da karmaşık olabiliyor. Mesajı vermek istediğimiz zaman içinde bulunduğumuz ortam uygun olmayabiliyor. O halde tüm bu sıkıntıları yaşamamak için ne yapmalıyız, nelere dikkat etmeliyiz?

Çocuğunuzun gelişim dönemlerine uygun mesajlar verin.

Çocuğunuz 2-3 yaşındaysa genellikle 2 kelimeden oluşan, 3-4 yaşlarındaysa 3 kelimeden oluşan cümleler kurmaya özen gösterin. Kurduğunuz uzun bir cümleyi anlamak bu yaşlardaki çocuklar için çok kolay değildir. Ayrıca aklında tutamayacağı kadar çok şey istemek hem çocuğunuzu hem de sizi zor durumda bırakabilir. Çocuğunuz sizin ilk isteğinizi yerine getirmeye çalışırken diğer söylediklerinizi unutabilir ve o sırada dikkatini çeken başka şeylerle ilgilenmeye başlayabilir. Bu durum sizin öfke, üzüntü gibi duyguları yaşamanıza neden olabileceği gibi, çocuğunuzun da kendini yetersiz hissetmesine yol açabilir.

Çocuğunuzla konuşurken ve onu dinlerken göz teması kurmaya çalışın.

Çocuğunuz size bir şeyler anlatmaya çalışırken onunla göz teması kurmanız çok önemlidir. Ayrıca bedeniniz de kurmaya çalıştığınız iletişimin etkin bir parçasıdır. Bu nedenle konuşmayı takip ederken jest ve mimiklerinizi kullanarak etkin dinleme yapmanız iletişiminizi kuvvetlendirecektir. Bu hem çocuğunuza önemsendiğini hissettirecek ve özgüvenini destekleyecek, hem de sizi örnek alacağı için siz onunla konuşmaya çalışırken benzer şekilde karşılık vermek isteyecektir. Ayrıca siz de çocuğunuzla konuşmak istediğiniz zaman mümkün olduğunca aynı seviyeye inmeye çalışın. Göz teması kurun ve ona dokunmaya çalışın. Ses tonunuzu ayarlayın. Söylediğiniz şeyle bedeninizin uyumlu olmasına özen göstermeye çalışın. Eğer ağzınızdan “hayır” kelimesi çıkarken bedeniniz “aslında olabilir” diyorsa çocuğunuz ikinci şıkkı tercih edecektir. Unutmayın ki, bir iletişimde ortalama olarak kelimeler %10, ses tonu %30 ve beden dili %60 rol oynar.

Çocuğunuzun eğlenerek yaptığı bir şeyi bölmeyin.

Çocuğunuz gittiğiniz bir misafirlikte ya da parkta oyununun en heyecanlı yerindeyken ona gitmeniz gerektiğini söylemeniz hoşuna gitmeyecektir. Çünkü daha eğlenceli bir alternatif olmadığı sürece hiçbir çocuk oyununu bırakmak istemez. Bu nedenle çocuğunuzu hazırlamanız işinizi kolaylaştıracaktır. Bulunduğunuz yeri terk etmeden 15-30 dakika önce “az sonra kalkacağız, istersen yavaş yavaş oyununu tamamla” şeklinde bir mesaj vermeniz hem sizi hem de çocuğunuzu rahatlatacaktır. Bu mesajı belli aralıklarla ve duruma uygun şekilde söylemeniz, çocuğunuza hayal dünyasındaki oyundan çıkıp gerçek dünyaya geri dönebilmesi için zaman kazandıracaktır.

Olumsuz durumları başka insanların yanında konuşmayın.

Çocuklar sıklıkla yapmaması gereken şeyleri yaparlar ve bu durum biz yetişkinler için zaman zaman oldukça zorlayıcıdır. Böyle bir durumda çocuğunuzla yalnız konuşmanız iyi olacaktır. Özellikle akranlarının ya da aileden olmayan amcaların teyzelerin yanında eleştirilmek çocuğunuzu üzecek ve öfkelendirecektir. Sonrasında ise sizi daha çok kızdıracak bir şey yapması genellikle kaçınılmazdır. Akranlarının kendine örnek gösterilmesi ya da aile dostlarının ve akrabalarının önünde eleştirilmesi çocuklara olumlu hiçbir şey kazandırmaz. Tam tersine çocuğunuzu aynı şeyi yapmaya; yani anne veya babasını arkadaşlarının yanında küçük düşürecek şekilde davranmaya teşvik eder.

Etiketleme yapmayın.

Etiketleme alışkanlığı ne yazık ki ailelerimizin, dolayısıyla çocuklarımızın en çok yaşadığı sorunlardan biridir. Yaramaz, dağınık, sorumsuz, şımarık, tembel gibi ifadeler bizim geleneksel eğitim anlayışımız içinde önemli bir yer tutar ve hiçbir işe yaramaz. Öncelikle bu tür ifadelerin kendisi hakkında kullanıldığını gören çocuk kendini kötü hissedecektir. Ayrıca özgüven gelişimi açısından da bu tür ifadeler son derece zararlıdır. Bununla beraber, çocuklar için anne ve babalarının söylediği şeyler son derece önemlidir. Yani; inatçı olduğu söylenen bir çocuk rahatlıkla “annem inatçı olduğumu söylediğine göre ben inatçıyım. Öyleyse inatçı insanlar nasıl davranıyorsa ben de o şekilde davranmalıyım” diye düşünebilir. Bu da olumsuz davranışların azalmasını değil artmasını sağlayacaktır.

Bu tür etiketler çocuklarımıza sorunun nereden kaynaklandığıyla ilgili bir şey söylemediği için de öğretici değildir. Odasındaki oyuncakları toplamadığı için “dağınık” olmakla eleştirilen bir çocuk, o sırada sorunun hangi davranışından kaynaklandığını fark etmez. Öğrendiği tek şey “dağınık” bir çocuk olduğudur.

Ben dili kullanın.

Ben dili kullanmak kendimizden bahsetmek demek değildir. Ben dili, bizim var olan durumu nasıl algıladığımızı, nasıl hissettiğimizi ve ne yapılması gerektiğini anlatmaya yarayan, son derece yapıcı bir konuşma tarzıdır. Yukarıdaki örnek üzerinden devam edecek olursak;

Çocuğunuzun oyuncaklarıyla işi bittikten sonra toplaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Ancak çocuğunuz her hangi bir nedenle bunu yapmayı unutuyor. Öncelikle ona neyi gördüğünüzü ifade edin. “Ben, oyuncaklarını toplamadığını görüyorum.” Sonrasında ise nasıl hissettiğinizi söyleyin. “bu beni hem üzüyor, hem de birazcık öfkelendiriyor.” Çocuğunuzun bu davranışının ne tür olumsuz sonuçlara yol açacağını belirtin. “Sen oyuncaklarını bu şekilde bıraktığında onları ben toplamak zorunda kalıyorum.” Ondan istediğiniz şeyi net bir şekilde söyleyin. “Oyuncaklarınla işin bittiğinde onları toplamanı istiyorum.” Son olarak talep ettiğiniz şeyin sonucunda ne tür olumlu gelişmeler olacağını anlatın. “sen oyuncaklarını topladığında ben daha az yorulacağım. Ayrıca böylelikle sana ayırabileceğim daha çok vaktim olacak.”

Ben dilini kullanmak sizde ortaya çıkabilecek olumsuz duyguların birikmesini engellediği için kısa ve uzun vadede oldukça yararlıdır. Ayrıca çocuğunuza isteklerinizi ve şikayetlerinizi sakin bir dille anlatma imkanı verir. Çocuğunuz duydukları sonucunda kendini kötü hissetmez. Bunun kişiliğine bir saldırı olduğunu düşünmez ve özgüveni zedelenmez. Davranışlarının ne tür sonuçlara yol açtığını görmek sorumluluk bilincinin gelişimine olumlu katkı sağlar. Duygularını ve isteklerini makul bir şekilde ifade etmenin yollarını sizi model alarak öğrenmiş olacağı için sonradan oluşabilecek pek çok sorun ortadan kalkmış olur.

bu yazı, mother and baby dergisinin temmuz 2010 sayısında yayınlanmıştır.


Paylaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder